Archive for Ağustos, 2010

Anadolu Mutlu:2 – Çöküş Devam Ediyor: 1

Sivas’ın dayanılmaz soğuk havası da, buzlu zemini de bahane olamazdı 14 Ağustos 2010 akşamı için.  Bir bucuk sene geçti ama ben hâlâ gözle görülebilir bir ivmelenme ( 2009-2010 ilk 7 maçlık seri hariç) göremedim. Hani görsek  de ne olacak istikrar olmadıktan sonra?  Bunu da sorup sorup duruyorum kendime. Nihayet  ‘oldu‘  diyemedi Galatasaray’ı takip edenler. Bir futbolsever, futbol seyircisi için geçerli diyelim bu oldu, olmadı bahsi. Görünen köy kısacası… Ama  diğer taraftan Galatasaray  taraftarını hiç söylemeye gerek yok. Oldu ve olmadının çok ötesinde yaşadıkları. Onlar çilelerin çilesini çekiyor orta sahayı, defansif kopuklukları ve kaleci görünümlü  valeyi izledikçe. Galatasaray Futbol Takımı’nın dün gece Sivasspor karşısına deplasmanda sürdüğü kadrodan normal şartlarda, asıl olması gereken Galatasaray’da  ilk 11 olabilecekleri bir sıralayalım öncelikle:

Kewell, Arda, Neill. buraya kadar tamamdır.Yani garanti oynar onlar.  Ek olarak  Hakan Balta, Cana. (mecburen)

Yani artık şu durum (ilk 11)  Galatasaray Futbol Takımı’nın kadro anlamında ne kadar komik bir halde olduğunun bariz kanıtıdır. Aslında sadece kadro deyip de geçiştirmemek lazım. Vaktim ve Zamanım varken, bu satırlar da bana aitken bir şeyler diyeceğim var. Ey Yüce Galatasaray adının cüce yönetimi,

– Siyasetçi değilsiniz! Vaatlerde bulunmak sizin kuyunuzu kazar. (uefa kupasını alacağız. 5 yabancı gelecek vesaire…)

– Etik davranmıyorsunuz. Oyuncunuzu, teknik direktörünüzü küçük düşürüyorsunuz taraftarın gözünde.

-Yetkili kişinin işine son vermek için adeta bir akrep seçip, etrafını ateş ile sarıyorsunuz.

Bu kadar haysiyetsizlik ile,  acziyet ile, bilirimcilik ile bırak kulüp yönetmeyi, apartman bile yönetilemez.  Alt komşu, üst komşu birbiriyle başlar dedikoduya. Çayları da demlerler, atıp tutarlar bol keseden.  İşte bu hocam. İçinde bulunduğunuz pislik durum bu. Konuşan bol, vaadler durmaksızın devam ediyor, Sözde yapılanma-özde çuvallama…


Dönelim tekrardan dün akşamın saatli bomba tadında patlayan kadrosuna.  Kewell, Arda, Neill, Hakan Balta ve Cana dedik yukarıda. Şu görüntüde  Aykut Erçetin,  Ali Turan, Ayhan Akman, Emre Çolak ( olmamış, kızarmamış börek)  Mehmet Batdal ve Mustafa Sarp asla ilk 11 sürülemeyecek kapasitede futbolcular. Yoklukta diğerlerine nazaran göze hoş gelen bir Ayhan var. Hani o da olmasa defans ile hücum arasında kalan bağlantının hali ne olacak diyebilirsiniz. Yokluktandır işte efendim o. Bu işi yapabilecek kalburüstü oyuncuları örnek verebilirim ama bu sefer de paran varsa al diyebilecek kişileri bildiğim, tanıdığım için hiç gerek duymuyorum buna. Halbuki ne zararı var efendim güzel benzetmenin? Ah yiğidim, ne güzel futbolcu şu gerrard, pirlo demenin dezavantajını henüz görmedim bireysel anlamda. Tam tersine artısı oldu. Düşündükçe hayal gücüm genişledi. Bir gün baktım dualar kabul olmaya başlamış. Lincoln ile salatalar, mezeler soframıza konulmuş,  Elano ile de ana yemeğe geçmişiz. Sen şimdi bu sofranın tatlısını, bitter çikolata damlacıklı Keita’sını hiçbir bilgi verici  ufacık  açıklama yapmadan, sadece ‘ kendisi gitmek istedi. fiyat iyiydi ve gönderdik ‘ diyerek yollamış isen, artı bu huyuna da devam etmeye meyilli olduğunu ben seziyorsam; eşittir  ilk  seçimlerde tabiri caizse  ananız ağlayacak.

Bunun bir diğer anlamı da  ‘siz ne kadar  dar görüşlü, belediye başkanı zihniyetinde insanlarsınız? ‘ olabiliyor. Bence tam da oldu. Yahu düşünsene, sen sadece işini gözle görülür şekilde mantıklı yapacaksın ve gelecek başarılar senin vadene ekelenecek. Rakibindi, seçimlerdi falan filan bunların hiçbiri seni ilgilendirmeyecek. Fakat sen ne yapıyorsun? Karşında, sana muhalif olan ilk kişiyi bir gram doğruluk payı, gerçekçi fikirleri ve projeleri  olmamasına rağmen yüceltiyorsun. Niye? Çünkü senin ve ekibinin  tek alternatifi o oluyor da ondan. Belediyeciliği de kattım işin içine ama vallahi benzetecek başka bir şey bulamadım. Türkiye’de Belediye Başkanları, yönettiği bölgeyi sömürür, imkanları kullanır, para kazanır, ekibini kurar, ekibini bozar… Bu böyle işler bizde. Yani genelde böyle işler diyelim biz.


Frank Rijkaard,

Olmadı hocam. Yapamıyorsun. Seni körü körüne savunanları da gördüm, at gözlüğü takarak dışlayanları da. Bana sorarsan pek bir numaranı göremedim. Şunun şurasında tek okuyucum senmişsin gibi düşünüp öyle yazıyorum Frank hoca. Bu yüzden içimi dökmemin bir sakıncası olmayacağını düşünüyorum. Söylemek istediğim bazı şeyler var. Mesela ben, senin geldiğin gün,  aylar önce bazı kitle iletişim araçlarında, dost meclislerinde;   ”Frank Rijkaard taş çatlasa 3 sene kalır bu takımda. Bunun ilk senesinde takıma uyum, yeni bir sistemi aşılamak ile geçer ve hüsran olur. İkinci senesi yapılanma ayağını tamamlamak ile devam eder ve sistem geyikleri sürer, sonuç alınamaz. Ha bu kadar yaşanılan şeye içerden dışardan tahammül edilirse bunlara ek olarak bir de 3. seneyi yaşar. İşte o zaman  muhtemel şampiyonluk gelir. Ha ama bakın bana kalsa istikrar derim, Galatasaray’ın geleceği derim 30 sene tutmak isterim bu adamı takımın başında. Ama olması da mümkün değil. Yine 2. senenin sonunda şutlanır, akabinde ya Hagi, ya Fatih Terim ya da Lucescu söylentileri çıkar. Bahsi geçen meşhur sistem de yine kaybolur gider. Biz yine, yeniden yapılanmaya başlarız.  ” demişim.  Yani bu dediklerim az çok demeden görüldüğü üzere…

Üzülüyorum elbette. Bir teknik direkörün hayatında alternatif yollar da olmalı.


Hakan Şükür, Bülent Korkmaz, Hasan Şaş;

Evet, sizlerden sadece biri dün akşam sahada olup Arda Turan’ın çok gereksiz bir anda çekmiş  olduğu şuttan sonra ona dönüp, yakasından tutup sarsarak bağırsaydınız, Arda bir sene boyunca kendine gelemezdi. Koca bir sezon şut çekmeye çekinir, takım yararına yapılabilecek her şeyi denerdi.  Gelelim buradan Arda’nın Emre Çolak’a sitemine. Uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Tek merak ettiğim konu, ”acaba Emre ne kadar umursayacak Arda’yı?”


Galatasaray Futbol Takımı,


Geçen sezon dahil bu sezon ile birlikte en gözüme çarpan değişikliği kendi yarı sahasına çekilerek gerçekleştirdi. Ali Sami Yen’de, deplasmanda farketmeksizin son derece pısırık, ısırmadan, agresiflikten yoksun bir futbol aşılanıyor bu takıma. Bu da GALATASARAY görmüş bünyeleri, özellikle beni müthiş sinirlendiriyor, öfkeli bir insan haline dönüştürüyor. Adeta düşman askerler bölgemi ele geçirmiş ve  insanların aklını çelip kötüye kullanıyor hissine kapılıyorum. Gün geçtikçe eriyen, uyumsuz, pas yapamayan, sözde 4-3-3 ‘ü top şişirerek oynuyor.


Sivasspor, Galatasaray karşılaşmasına gelirsek bunca yazılandan sonra pek bir konuşulası yok kendi adıma.  Son  2 yıldır gelenekselleşmeye az kalan öne geçip yaslanma taktiğinin chapter‘larını  hafta hafta atlıyoruz. Bu konuda ders kitaplarının chapterları oluruz. Hiç şüphem yok.  Bol pozisyon verilen, sonuca gidilemeyen, alternatifsiz tek taktik anlayışı ile devam eden maçlardan bir diğeri idi. Sivas adına diyecek  çok fazla analizim yok. Çünkü iyi ve oturaklı bir Galatasaray olmadığı için kayda değer bir şeyler söylemem zor oluyor onlar adına da. Bol pozisyon buldular, gerektiği kadarını atıp 3 puanı aldılar.

NOT: Bu arada bu kadar uzun yazıya tahammül eden olduysa sonsuz teşekkür ederim. Başlığı atıp, hakkında yazmam gerekenleri en son satıra bırakarak okyuyucu çekmeye çalışan internet gazeteciliği yaptığımı hissettim ister istemez. Böyle düşünmemişsinizdir umarım. Sivasspor- Galatasaray maçı adı altında  söylemek istediğim, gözüme çarpan aksaklıkları belirterek son noktayı koymuş bulunmaktayım.


Ağustos 15, 2010 at 2:06 am 3 yorum

Dünya Basketbol Şampiyonası 2010

Turnuvayı düzenlemeye hak kazandığımızda sevinçten havalara uçmuştum. Hep 2010′ un hayalini kurdum, gelecek mi o günler, 12 Dev Adam’ ı ve hayranı olduğum diğer ekolleri tribünden izleme şansına nail olacak mıyım diye hep düşündüm. Her şey hayal ettiğim gibi gelişmese de hayalini kurduğum o gün geldi. Turnuva 28 Ağustos’ ta başlıyor. Elbette ki İzmir’ de tribünde yerimi alacağım ve saati bana uygun olan maçları izleyeceğim. İstisnalar dışında çekişmeli ve sert bir turnuva olmasını beklemiyorum. Daha çok takım olanlar ve ekolünü sahaya yansıtanlar rakibini ezip geçecek.

Diğerlerine göre daha dikkatli izlenmesi gereken takımları sıralarsam; İspanya, Sırbistan, Yunanistan, Arjantin, Slovenya. Bu turnuva da kupanın Avrupa dışına çıkacağını tahmin etmiyorum. En önemli favorim de kardeş Gasol’ lü İspanya. En önemli starları olmamasına rağmen, ABD’ nin eksikleri sayesinde her takımdan bir adım öndeler. Onları zorlayabilecek takımlar Sırbistan ve Yunanistan gibi görünmekte.

Yazıyı sonuca bağlamak gerekirse, yıldız bakımından sönük ama sert ve savunmaların konuşacağı bir turnuva bekliyorum. Milli takımımıza çeyrek finalin ötesine şans vermiyorum, umarım yanılırım ama şu bilinmeli ki çeyrek final bile iyimser bir tahmin. İlerleyen günlerde gruplar ve takımlar adına detaylı değerlendirmeler yapacağım.

Ağustos 11, 2010 at 6:27 pm Yorum bırakın

Aklınızı Başınıza Devşirin

En baştan uyarayım, bu bir basketbol yazısıdır.

Emir Preldzic, genç sloven basketbolumuzu kurtarmak(!) için alelacele devşirildi. Bütün hesapları bir kenara bırakarak şunu konuşalım; Emir çok pozisyonlu bir oyuncu olmasına rağmen ana pozisyonu nedir? SF. Peki bizde SF oynayabilecek oyuncu var mı; Hidayet Türkoğlu, Evren Büker, Ersan İlyasova. Bunlar bir çırpıda aklıma gelenler. İlla ki birini devşireceksiniz center veya pg devşirin. Yada en iyisi aklınızı başınıza devşirin.

Pg mevkiinde Kerem Tunçeri güvenilecek şutu olan bir oyuncu değil, Ender Arslan güvenilecek bir basketbolcu değil, Engin Atsür uzun süreli sakat ayrıca penetreci ve yaratıcı değil, Sinan Güler malesef pg değil. Aslında Sinan’ ı buraya eklemek ona haksızlık ama dahi Tanjevic ısrarla Sinan ‘ı orada kullanıp elimizi kolumuzu bağlıyor. Bütün hücum varyasyonlarımız Hidayet’ in bireyselliğine bağlı kalıyor. En nihayetinde Hidayet’ te insan olduğu için tek başına bir yere kadar yetebiliyor.

Elimizde altın jenerasyonumuz, hatta Avrupa’ nın altın jenerasyonlarından 78-79 kuşağımız vardı. Tunçeri-Türkoğlu-Kutluay-Türkcan-Beşok-Okur gibi çok önemli oyunculara sahiptik. Daha geçen seneye kadar bunlardan faydalanma şansına da sahiptik, ama takımı gençleştiriyoruz 2010′ a hazırlıyoruz hedefimiz altın madalya yalanıyla yıllarca uyutulduk. Görüp görebileceğimiz en iyi jenerasyon Avrupa Şampiyonluğu bile göremeden kariyerinin sonuna geldi. Avrupa Şampiyonluğu az iş mi diyenler olabilir, ancak bu jenerasyon güle oynaya yapardı bu işi inanın.

Muhteşem federasyon başkanımızın her takıma bir devşirme kampanyasıyla, Efes’ te Dudley( allah var hem ülkede bulunma süresiyle hemde kriterliğe uygunluğuyla dudley haketti vatandaşlık ), Galatasaray’ da Shumpert, Fenerbahçe’ de Preldzic’ i izlicez bu sene. Sn. Demirel’ in haberi var mı; Hırvatların yeni kurallı gereği her takım aktif beşinde en az 1 adet 89 ve alt doğumlu oyuncu oynatmak zorunda. Bu ne demek; oyunculara resmi maç pratiği kazandırmak gerek. Bizde de büyük ihtimalle seneye her takımın aktif beşinde en az bir devşirme oyuncu bulundurma zorunluluğu oluşur. Yazık ki ne yazık.

Yazıldı mı çizildi mi başkan içimizdeki İrlandalılar maça gelmesin diyor. Biraz orjinal ol başkan, bu espri ilkokul çocuklarının dilinde artık. Eleştiriyorum seni Sn. Demirel, 20 yıldır federasyon başkanı olmana rağmen FIBA üzerinde zerre ağırlığımız olmadığı için eleştiriyorum. Milli takım her sene ileri gitceğine koşar adım geri gittiği için eleştiriyorum. En lazım olan zamanda milli takım head coachsuz 5 ay geçirdiği için eleştiriyorum. Başkan olarak her kulübe aynı mesafede duramadığın, uşaklık yaptığın için eleştiriyorum. Eleştiriye daha doğrusu doğrulara tahammulün olmadığı için eleştiriyorum. Tarihimizin en büyük turnuvasını organize edemediğin için, salonları ucu ucuna yetiştirdiğin için, milli takımla halkın arasındaki bağı kopardığın için eleştiriyorum.

Ben İrlandalıyım senin deyiminle başkan. Bir jenerasyonu yokettiniz Tanjevic’ le birlikte. Yerlerine bir tane oyuncu yetiştiremediniz. Şimdi goygoycularınızla, dalkavuklarınızla hayırlı turnuvalar dilerim.

Ağustos 10, 2010 at 8:51 pm Yorum bırakın

Galatasaray’da Transfer

Bu günlerde Galatasaray’lı taraftarların gündeminde tek bir konu var , yapılacak transferler. Sene başında yabancılarından Leo Franco ,Abdel Kader Keita , Giovani Dos Santos ve Jo Alves’i gönderen takımımız gelen haberlere göre Elano Blumer’i de elinden çıkarmaya çalışıyor. Adnan Polat tarafından elimizde kalan Harry Kewell , Milan Baros ve Lucas Neill’ın yanına 5 futbolcu geleceği söylenmişti. Şu ana kadar iki transfer tamamlandı, Lorik Cana ve Juan Pablo Pino.

Kalan 3 futbolcunun 2’sinin orta sahaya olacağı bilinen bir şey . Şu anda konuşulan isimler Tomas Rosicky ve Cristian Ledesma. Bir tane de forvet geleceği söyleniyor, burada da konuşulan isimler Julio Baptista ve Jozy Altidore.

Benim değinmek istediğim konu ise isimlerden ziyade zamanlama ile alakalı.

Ülkemizde transfer yapmak FM oynamak ile çok işkillendirilse de oyunu gerçekten ayıran önemli bir etmen var transfer olayında. Futbolcunun adaptasyonu. Yurtdışına tatil için giden bir kişinin bile yabancılık çektiğini düşünürsek, buraya 3-4 yıllığına gelen bir oyuncunun alışma süresi biraz uzun oluyor. Trabzonspor’un zamanında 10 milyon mark’a aldığı Norveç’li Rune Lange’nin lig başındaki kötü performansından sonra “siz beni kışın görün” sözü ekstrem lakin güzel bir örnek.

Galatasaray 2009-2010 sezonunu Nisan ayında bitirdi. O dakikadan sonra planlar gelecek sene için yapılmaya başlandı. Bugun 10 Ağustos. Yani tam 3.5 ay geçmiş. Yolda çevirdiğiniz herhangi bir Galatasaraylı’ya ” takımda eksik gördüğünüz mevkii nedir ? ” diye sorun, orta saha dışında bir mevkii söylemesi çok düşük bir ihtimaldir. Üstelik elindeki en efektif adamı da Mayıs’da Valencia’ya gönderdin. Şimdi bu kadar bariz bir problem üzerine Nisan’da çalışmaya başlayan yönetim transferi ne zaman bitirir ? Bana kalırsa en geç Haziran ortası.

Yurtdışından bir kaç örneğe bakalım . David Villa’nın Barcelona’ya imzaladığı tarih 21 Mayıs. Mehmet Topal’ın satılma duyurusunun tarihi 14 Mayıs. Di Maria’nın Real Madrid’e imzası 21 Haziran tarihinde.

Ha bu tarihten sonra bir tek biz mi transfer yapacağız ? Hayır tabii ki ama bizim eksiğimiz takımın kalbinde, ayrıca bir de değil iki tane. Ligi iki sezondur erken açtığımız da düşünülünce transferlerin neden bu kadar geç kaldığı anlaşılmaz bir hal alıyor. Üstelik Adnan Polat’ın da önce “trasnferler kampa yetişecek”  , daha sonra da “bu cuma’ya kadar bitireceğiz ( 24 temmuz ) ” sözleri de transferde sıkıntı yaşadığımızın göstergesi. Buna Mehmet Helvacı’nın da ” görüştüğümüz oyuncular dünya kupası’nda , bu da transferin gecikmesinde etmen ” demesine rağmen gelen iki oyuncu ve konuşulan isimlerin dünya kupası’nda oynamaması da işi daha tatsız hale getiriyor.

Artık transferlerin eli kulağında, öyle ya da böyle önümüzdeki günlerde transfer işi bitecek. Bu saatten sonra gelebilecek en iyi isimler gelse dahi bir gerçek var, geç kaldık. Rijkaard’ın da kendine has bir özelliği olan yeni gelen oyuncuyu hemen takıma koymaması sebebiyle gelecek oyuncuların takımda yer bulması için en erken tarih Eylül ortası. Umarım ben yanılırım, umarım hayırlısı olur.

Ağustos 10, 2010 at 2:23 pm Yorum bırakın


Ağustos 2010
P S Ç P C C P
 1
2345678
9101112131415
16171819202122
23242526272829
3031  

İRTİBAT

tamsahablog@gmail.com

Twitter

follow me

sahaya giren

  • 80.442 kişiden birisin!

Yazar Arşivi

Doctor

best

best