Posts tagged ‘Arda Turan’

Keko’nun Arda’sı…

Ben herkesin Arda’sı olmak istiyorum demişti. Sanırım bu resim onun en güzel örneği.

Bir küçük kalbin Keita hızında çarpmasına vesile olmak, bir küçük kalbin Kewell kadar güzel gülümsemesine vesile olmak, bir küçük kalbin kocaman köşesine Baros’un sıfatı gibi Kral bir iz bırak önemli bir hadisedir.

İşte bu yüzden Galatasaray Türkiye’dir!

Mart 20, 2010 at 11:02 pm Yorum bırakın

Özel Hayat Mı O Da Ne?

Duymayan kalmadı sanırım. Arda sevgilisi ve arkadaşları için bir sinema salonunu kapattırmış. Bir gün boyunca bu konuşuldu bilimum forum, sözlük ve sitelerde. Ha tabii sevgili medyamızda da! Şüphesiz daha da konuşulur bu gereksiz hadise. Gereksiz çünkü bizleri ilgilendirmiyor. Arda’yı tanıyor olmamız, onun halka mal olmuş olması onun yerli yersiz her şeyini yargılayabilme hakkını bizlere vermiyor. Çünküsü de, açıklaması da çok basit; özel hayat! Özel kavramı hakkında pek fikrimiz yok maalesef toplumca. Daha bir gün önce FOX  Tv çok büyük bir iş yapmışçasına, buzladığı görüntülere arkadan eşlik eden iğrenç bir dış sesle, katil yakalamış haberci havasında Jo’nun gece dışarı çıkma görüntülerini yayınladı. Prim, reyting bütün bunlar biliyoruz da. Azıcık insan olmak da zor olmasa gerek. Futbolcunun da dışarı çıkan, gezen bir yaratık olduğunu bilmek istemeyenler varken, insan olmak zor. Hassasça yaklaşmak olup bitenlere, normali anormalleştirmemek zor işte, kahretsin kokuşmuş medyayla zor! Bir futbolcu dışarı çıkamayacak, çıktığı için ‘hain’ ilan edilecekse, tez vakitte kapatalım futbol denen oyunun dükkanını. Getirin şu kilitleri, vallahi getirin! Gına geldi yahu aynı teranelerden.

Hadi medyanın özelden anladığı ve futbolcunun özeline biçtiği paye bu kadar. Peki biz taraftarlara ne oluyor yahu! Arda’nın sinema kapatmasındaki biz taraftarlarca sorun teşkil eden kısım nedir? Nedir bu vıcık vıcık edilen meselenin bize kattığı/katacağı? Halbuki aslolan saha içinde olanlardır. Pek umursanmasa da doğrusu bu. Arda saha içinde yapamadığı onca şeyle eleştirilmek yerine saçmasapan bir mevzunun başrolü yapılıyor. Taraftarın alanı değil ki bu. Arda’nın sevgilisine sevgisini gösteriş şeklini kendimizce görgüsüzlük, kıroluk veya güzel bir jest olarak yorumlayabiliriz tamam. Ama tutup da bu durumu sorgulayıp konuyu kaptanlık ve saha içiyle bağlamak da neyin nesi? Arda’nın sevgilisiyle yaptıklarından bize ne yahu? Kaptanlığı da saha içi performansı da bu olayla ilgisiz demeye gerek mi var? Neyin kavgasıdır bu? Arda son dönemlerde kilo aldı, etkili şutları hala yok, çalım sevdası aldı başını yürüdü, mental eksikliler gırla… Bunlar konuşulacak asıl konular, taraftar açısından. Ve asıl bunlar doğrultusunda kaptanlığının getirisi/götürüsü  neden sonuç çerçevesinde değerlendirilmeli. Çünkü Galatasaray kaptanının görevi saha içinde performansını en üst seviyede tutmak ve takımına gönülden bağlı olmaktır. Öyleyse sinema kapattırması şu durumlardan hangisini eksi yönde etkiliyor? Ne zaman alakasız konuların ekseninden kurtulacağız bilmiyorum. Bir şeyi de ölçüsünde yapmayı ne zaman becereceğimizi biliyorum ama; hiçbir zaman. Evet ölçü konusu bizde umutsuz vaka. Ya hep ya hiç var bizde. Gri rengin varlığından dahi haberdar değiliz. Hemen kaharamanlar doğururuz zihinlerimizde ve yine hemen çekip kafasına sıkarız kahramanlarımızın. Enerjimizi harcadıklarımıza baktıkça üzülüyorum futbol adına. Bir süre sonra futbol konuşabilirliliğimizin ne seviyede ve çeşitte olacağı ise muamma. Güzele dair, iyiye dair her zerre azalıyor etrafta.

Arda’yı yıpratmak yersiz, o kendini fazlasıyla bu mevzu dışında yıpratıyorken hem de. Çünkü her Türk futbolcusu gibi aşırı duygusal bir yapısı var. Duygularının yürüttüğü adımları var onun. Daha da duygusal anlamda hırpalamanın zarardan başka ne getirisi var ki. Duygusallığı zaten ona fazlaca zarar veriyor. Tam bu noktada duygusallığın nesi kötü denilebilir. Ama ben öyle düşünmüyorum . Bu işi yapanın az da olsa profesyonelleşmeye ihtiyacı var. Yalnız doğuştan x takımlıların profesyonelliği değil bahsettiğim tabii. Harbisinden bahsediyorum. Çünkü duygular fazlaca işin içine maydonoz olduğunda sağlıklı kararlar vermesi zorlaşıyor. Futbolu bazında söylüyorum. Ki bunun örneklerini de gördük. Kafasına taktıklarının onu saha içinde sistemden dışarı fırlatışı, saha dışında da demeçleri olgun görüntüsü altındaki hassas Arda’yı gösteriyor. Ama sıradışı insanlar farklıdır. Onun bamteli de duygusallığı işte. O yüzden Arda’nın Galatasaray’a en yararlı seviyeye gelmesi, o seviyeyi kaybetmemesi mevzusunda; hocasının, yönetimin, Arda’nın görevleri olduğu kadar taraftara da görevler düşüyor. Yanlışlarını eleştirmeyelim demiyorum. Aksine eleştirmemek yanlış, eleştiri geliştirir insanı. Amma velakin sevgilisiyle arasında olanları eleştiri çerçevisinde görmememiz, çerçeveleri kalınca çizip sınırımızı bilememiz görevlerimizden biri sanırım. Öyle değil mi kardeşşş?

Şubat 10, 2010 at 3:56 am Yorum bırakın

66>10

7435_149772561191_8139031191_2542374_3366667_n

Arda Turan…

Bahsedilirken ilk önce ne söyleniyor? Çok yetenekli, çok yetenekli, çok yetenekli… Bu bir farktır. Bir adım öne çıkarır evet. Yalnız Arda’nın farkı yeteneğinden önce 66’da gizli. O 66’yı bile efsane yapacak derecede ”özel” bir insan. Kimin aklına gelir ki 66 rakamını böyle seveceği :) 66’ya can veren bu özel durum Arda’nın varlığında mevcut sade. Eli, ayağı, gülüşü, zekası, ruhunda, beyninde mevcut…O her halinden belli ki her gün başımıza gelen bir şey değil. Bu yüzden onu dünyamızda bu denli özel ve farklı yapan olay sadece futbol yeteneğiyle açıklanamaz. İçinde bulunduğumuz zamanın öncesinde olduğu gibi bundan sonra da nice yetenekli futbolcular göreceğiz. Ama her yetenekli futbolcu Arda olamaz, olamayacak bizler için. Çünkü Arda olmak Türkiye’nin en yetenekli futbolcusu olmak demek değil. Arda demek, onca büymüş insanın çocukların elinden alıp oynadığı futbol dünyasında hala çocuk kalan demek. Arda mahalleden bir koşu çağırdığımız oyun arkadaşımız. Onsuz oyuna başlayamadığımız, canında barındırdığı rengiyle renk cümbüşünü başlatan arkadaşımız. Arda futbolu mesleğini yaparcasına değil de hayalini yaşıyorcasına oynayan… Küçükken hayalini Bayrampaşa’da bir topun peşine takmış o ve koşmuş hem topun hem topa saldığı düşünün peşinde. Şimdi binlerin onun ardına gözlerini salışı, evlerine gidip kapılarını çalsa aylarca misafir edebilecek kadar insanların yerlerinde yurtlarında ona yer açışı, akmaya hazırlansa gözlerinde bir damla yaş ondan önce binlerce yaşın hazır kıta beklemesi, bir gülse gülecek yüzlerin çokluğu ve bu binlerin Arda’ya her defasında peşindeyiz diyişi, ardında adımlarına adımlarını uyduruşu Arda’nın futbolun arkasına takılıp peşin sıra ”aşkla”  gidişinden sebeptir bence. O içindeki bu masumane futbol aşkıyla özel. O bu futbolu oynadığında önüne kimsenin duramayacağı bir hal alıyor şu oyun. En güçlü ayakların bile yenemeyeceği bir oyun… Güç aşkta çünkü… Ve bu aşk uzaktan sarı-kırmızı, yakından turuncudan iz taşıyan tok bir sarı, vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızı. Baştan aşağı bu renklere bezeli Arda. Dünyası sarı-kırmızı olan biri. Galatasaray’ı her an yaşayan, öyle ki şöyle diyor bir röportajında ” “Bayrampaşa’da evimizin olduğu sokakta, okulun bahçesinde sabahtan akşama kadar futbol oynardım. Sonra Altıntepsi minik takımına gittim. Merter sahasında bir maçtayız. Oyundan çıktım, bir ağabey geldi, ‘sen çok iyi futbolcusun, hayalin nerede oynamak?’ diye sordu. Ben de ‘hayalim Galatasaray’da oynamak’ dedim. ‘Benim tanıdığım hocalar var, seni göndereyim seçmelere’ dedi. Eve gidip annemlere anlattığımda önce inanmadılar. Gidip de kazanamazsam diye babam tedirgin oldu. Benim çok duygusal olduğumu bildiğinden seçmelerde kazanmasam çok üzüleceğimi düşündü. İkna edip gittim seçmelere. 5-10 dakika oynadım seçmelerde. Ahmet Keskinkılıç, Ahmet Genç, Recep Yazıcı, Zafer Koç hocalarım vardı. Seçildiğimi öğrendiğimde dünyalar benim oldu. Sene 1999, UEFA Kupası’nı kazandığımız yıl. Deprem olmuştu, ben Allah’a dua ediyordum; Galatasaray ile bir kez antrenmana çıkayım, bir daha deprem olacaksa o antrenmandan sonra olsun. 12 yaşındaydım, çocukçaydı belki böyle düşünmek ama Galatasaraylı’ydım işte…”

İşte Arda bunun için özel. İlk parladığı dönemden bu yana durum böyle. Onun futbola bakış açısı sokaktaki bir çocuktan farksız. O dünyamıza sıradışı biri olarak girdi. Her gün karşılaştıklarımızın monotonluğundan çok uzak. O anlatıyor biz dinliyoruz, o söylüyor biz güveniyoruz, o daha da bir sarı-kırmızı yaşıyor biz bağlanıyoruz. O futbolu bir başka oynuyor, futbol onun bedeninde farklı duruyor, o futbolu bir takım elbise gibi yakıştırıyor. İlk görüşte aşk bizimkisi. Aldık bu sevgimizi hayatımızın ortasına koyduk. Gözbebeğimiz, geleceğimiz yaptık. Galatasaray camiasında yöneticisinden taraftarına hepimiz ve Arda delice seviyoruz birbirimizi.  Vurulduk biz ona çok fena. Ama o da ne tam burda film durdu! Bu büyük sevgimiz hataları da beraberinde getirdi. Ve işler bir yerde karışmaya başladı. Tam olarak ne zaman bu durum ortaya çıktı kestiremiyorum ama ipin ucunu zamanın bir yerinde bir mekanda kaçırdık. Şu saydığım özellikleri kendinde barındıran Arda geçmiş zaman kipine dönüştürdü bu özelliklerini ve onlu cümlelerimizi. Artık Arda şöyley-di, böyley-di diyoruz. O eskisi gibi değil. Bu bağlamda Arda’yı oyun hamuruna benzetiyorum. Herkesin şekil vermeye çalıştığı bir oyun hamuru ha bir de kendi şekil vermeye çalışıyor fazlaca. Ve kah 10 numara, kah kaptan, kah efsane, kah miliyetçi, kah ağır abi, kah Metin Oktay oluyor. Bütün bunların içinde 66 numaralı Arda’yı görebilene aşk olsun! Yok, çocuk yok! Kayboldu! Yazının başında bahsettiğim o sarı-kırmızı özel oyun arkadaşım yok! Bir yerlere saklanmış gibi gözüküyor. Ama bulacağım hiç kaçış yok. Ve hoşçakal demeye de hiç niyetim yok. Oyun hamuru diyordum, bu hamurun şekil alıp alıp bozuluşunda hepimizin suçu var az ya da çok. Taraftarın mesela. Nedir bu hatalar? Şöyle ki; onu o derece sevmek ki yaptığı yanlışlarını görmek istememek. Destek tabii ki taraftarın görevidir her daim. Ama bazen kantarın topuzu kaçabiliyor. Başkası yapsa feci tepki göstereceğimiz durumları Arda söz konusu olunca es geçtik. Bu çok tehlikeli bir durum. Arda’ya yanlışlarını görmesi konusunda yardımcı olamıyor aksine üstünü örtüyoruz her defasında. Oysa onun hatalarını törpülemeye çalışmak, Arda’yı korumamak, Arda’ya kötülük etmek değildir. Efsane kaptan, büyük kaptan gibi çok erken sıfatlar vermek onun üzerinde eğreti durmasına yol açabilir zamansızsa eğer. Ve bu hem gözü yorar hem bu eğreti kavramları sırf birileri istiyor diye taşıyan Arda’yı. Yönetim cephesine bakalım bir de. 22 yaşında herkesin delice sevdiği bir çocuktan 10 numara yaratma çabaları, yüklenen ağır yükler, hadi aslanımlı misyonlar ve dahası.. Niye 66’ya dokundular aklım almıyor. Arda niye 10 numara olmak zorunda? Arda’nın takımın beyni olması için illa sırtına 10 numarayı geçirmesi gerekmiyor. ”Lincoln’nün değil Metin Oktay’ın formasını veriyoruz” gibi ağdalı sözlere de ihtiyacı yok efsane olmak için. Hele törenle kaptanlık almasına hiç lüzum yok. Efsane sıfatı törenle takdim edilen birşey değil zira. Bizzat kendiliğinden oluşan bir sıfat. Arda kaptan olmasa da Ali Sami Yen’de ismi ilk haykırılan. Kaptan olunca, 10 numara giyince bir Arda daha olmadı ki. Aksine elimizdekinden olduk. 22 yaşında sıradışı özellikleri olan bir gence gözbebeğimiz demişiz daha  fazla neye gerek vardır ki? Onun bize bizim ona en derin hislerle değebilmemiz için eksik gedik bir şeyler mi vardı bizim bilmediğimiz? Bu eksikler mi tamamlandı? Nedir bu sorumluluklar, omuzuna yük edilenler? Sevmişiz tüm kalbimizle ”koca kafa” yı daha hangi prosedür kaldı tamamlanmayan? Niye izin verildi bunca sorumluluğun onu yerçekimine uğratmasına? Cevabım henüz yok maalesef.

Bütün bu bahsettiğim oyun hamuruna şekil verenlerin hepsi aslında teferruat bir yerde. Çünkü iş Arda’da bitiyor. Önemli olan onun nasıl şekil verdiği kendine. Şu zamana kadar baktığımızda şekil hiç iç açıcı değil. Öz şeklini kaybedeli epey zaman oldu. Bu bir süreç aslında ve dün ya da şu an olmuş bir şey değil. Yaklaşık bir senedir gün be gün Arda o eski halinden eser yok şimdi şarkısını söyletiyor bizlere. İlk zamanlardaki Arda’yı görmemiş, izlememiş olsam Arda demek ki bu der geçerim. Ama biliyorum ki bu değildi. Kafamı kurcalayıp, beni dertlere sürükleyen de bu ya. Bu taklitler yapan, kelimelerinin ardına hiçbir şey saklamayacak kadar samimi, gollerden sonra deli gibi çimlerde tepinen koca gülüşlü çocuk algılayamadığım bir zihniyetin ürünü olmaya başladı. Yerli  propagandası gibi duran sözlerinde, büyümüşte küçülmüş hallerinde, demeçlerinde, yaptığı çıkışlarda, takındığı ağır tavırlarda bu açıkça görülüyor. Tuhaf işlere kafa yorar, zihnini onunla uzaktan yakından ilgisi olmayan tonla boş mevzuyla yorar oldu. Herkesi sever dediğim Arda sanki yerli arkadaşlarını daha çok sever oldu, yabancılar geçici yerliler bir tane zihniyetinde onca insan varken onları bir fazlalaştırmaya gerek yoktu aslına bakarsanız. Ama Arda’daki bu düşünceyi , yerli-yabancı gibi gereksiz bir ayrımı bir çok demecinden ve tavrından sezebiliyorum. Buna güvenmemek de diyebiliriz. Kendine veya bir başka arkadaşına güvendiği gibi takımdaki bazı yabancılara güvenmediğini görebiliyorum saha içinde zaman zaman. Halbuki Galatasaray bir bütündür ve saha içinde kimse padişah değildir. Herkes işçi misali hizmetini eder. Arda çalımını atıp pasını kendi kendine verip sonra o pası alıp kaleye vurup gol atamaz. Bir ülkeyi tek başınıza fethedemezsiniz. Tek başınıza dağ gibi kulübün her bölgesinden sorumlu olamazsınız. Hali tavrı çocukça gelen ve hiç büyümez dediğim Arda ağır abileşmeye başladı. 10 numara diye farklı, kaptan diye farklı davranır oldu. Çehresi soğuk, gülmeyen bir ”adama” dönüştü. Büyüdü desem o da değil. Coşkusunu kaybetmiş gibi bir hali var. Belki de coşkusunun eksikliğinin farkında bile değil bilmiyorum. Çünkü kafası hep başka yerde, gözleri düşünceli uzak diyarlarda. Gollerine bile anlam yüklüyor. Misal Bülent Korkmaz görevden alınacak diye attığı gole sevinmeyip koskoca Kewell yanındayken buruk ve hüzünlü duruyor. Halbuki o gol onun, bizim, hepimizin… Bülent Korkmaz’ın gidecek olması inanın o golü zerre ilgilendirmiyor. Ve bunlar inanın hiç detay olmuyor benim açımdan. Çünkü birikip birikip bir yanardağ gibi patlamakta, ateşler püskürtmekte… Konuşurken düşündürür dediğim Arda demeçleriyle endişeli düşünceler düşündürür oldu. Ufak bir portre çizersek bu demeçlerden şöyle ki; geçen seneki 2-2 berabere biten Bükreş maçı sonrası ” herkes daha fazla sorumluluk alsın” dedi, yine geçen sene aralık ayında Lincoln’nün kaptan yapılışından sonra takım arkadaşını ateşin önüne atarcasına ikinci kaptan olmam bundan sonra diye rest çekti, solda oynasam daha iyi olur dedi, bu sene mayıs ayında Bülent Korkmaz bence kalmalı dedi, 2008/2009 sezonu sonunda verdiği bir röportajda ” ligde yeterince özverili olamadık. herkes Ayhan, Mehmet Topal, Sabri, Hakan ve benim kadar oynasaydı şampiyon olurduk.” dedi, bu sezon 4 Ekimdeki Ankaragücü maçı sonunda maçın kırılma anı olarak Baros’un kaçırdığı gol pozisyonunu gösterme gereği duydu, milliyetçi bir insanım o yüzden Türk antrenör isterim dedi…Dedi de dedi, durmadan ama.. Bunların dışında futbolu da yerinde sayar oldu. Kimsede olmayan oyun zekasına rağmen Rijkaard’ın sisteminde bozuk parça gibi tekler oldu. En çok çalışan kısmı olmalıyken hem de makinenin. Takım oyuncusu olduğu fikrinin tam tersini yansıtan her şeyi ben yapmalıyım fikriyle futbol oynuyor artık. Arda’ya bütün olanlardan sıyrılıp şöyle bir kuşbakışı baktığım zaman her anlamda farkını yitirdiğini görüyorum. Belki bir çoğu sineye çekilir şöyle böyle ama futbol olarak sıradanlaşır, futbolu herkes gibi oynamaya devam ederse işte o vakit bağrıma taş basar otururum diyemeyeceğim. Bunu kabullenmek çok zor. Arda yaptığı yanlışlarda, söylemese eksikliğini hissetmeyeceğimiz gereksiz demeçlerinde, tıpkı yaptığı üst üste çalım zorlamaları gibi bir çok durumda zorlayıp çıkış yolu bulamıyor ya da hiçbir çıkış yolunu beğenmiyor gibi görünen, basiti es geçen zoru seçen hallerinde ısrar ediyor. Daha kötüsü galiba doğruyu bu sanıyor. Bir elbise giydi güzel sandı çıkarmıyor. Budur.

Bazen en sevdiklerimizdir en zarar verdiklerimiz. Arda Galatasaray’ı çok sevdiğini söylüyor ama galiba sevmeyi yanlış algılıyor, belki de bu hatalarında bu kadar ısrar edişi bu yüzden. En azından şunu söyleyebilirim ki Arda’nın yaptığı bir takım şeyler sevmek dediğimiz eylemle  hiç bağdaşmıyor. Karşılıksız seviyor diyorsak, şartsız şurtsuz seviyor diyorsak Arda’nın sol çizgiden sağ çizgiye konunca veya ortada oynarken sola alınınca somurtması, kaptan olamayınca senden gelecek diğer görevleri de istemiyorum küstüm demesi, takımını bir bütün olarak değilde puzzle parçaları misali parça parça görüp bazı arkadaşlarına ait parçaları çok önemli görmemesi, sadece kendinin en özverili, fedakar olabileceğini ya da olduğunu sanması, her zaman en iyisini kendinin yapacağını düşünmesi bu tanıma uymuyor. Olur ama böyle anlayabiliyorum. Bazen cidden sevdiklerimize hep iyilik yaptığımızı düşünerek hareket eder ama sevgimizle bile boğabiliriz. Böyle de ince bir çizgisi vardır bu duygunun. Bu sebepten Arda bilmeli ki Galatasaray o olmadan da Galatasaray. Her şey olamaz o anlamda. Koskoca bir camiadan bahsediyorum, renk katar herkes gibi. Ama bazıları gibi fazlaca belki. O kadar. Daha fazlası değil. Hiç kimse daha fazlası değil. Yani Arda birinci çalımı atıp ikinciyi deneyip üçüncüyü de atmazsa daha az sevilmeyecek, ya da takım yerlerde sürünmeyecek. Bütün paslaşmaları kendiyle yapıp, adam eksilteyim diye kendini eksiltip topu kimseye vermeden kaleye kadar ilerleyince Galatasaray şaha kalkmayacak. Çünkü Arda tek başına Galatasaray değil, Galatasaray da sadece Arda değil. Bir parçası sadece. Galatasaray’ın 22 yaşında çok değerli bir futbolcusu, gelecek için bir değeri, evin küçük çocuğu. Topluma örnek olması gereken bir figür değil, misyonlar sırtlanıp taşımakla yükümlü değil, kendini ispatlamaya ihtiyacı olan bir oyuncu da değil,  her konu da fikri olması gereken bir lider hiç değil. Kötü oynayan takım arkadaşları onu ilgilendirmez mesela, uyarmak ona düşmez, hocaları başında kaç gün kalacak, uyruğu ne olacak ilgilendirmez, kim ne kadar paraya ne kadar mücadele ediyor, ne kadar seviliyor ilgilendirmez, yönetimin kimi kaptan yapacağı ilgilendirmez, emniyet müdürü değişmiş ilgilendirmez, milli takıma yeni hoca aranıyormuş ilgilendirmez. 

n8139031191_566370_4286

66 numaralı formasıyla sevdiğim Arda hala beni duyabilecek kadar yakındaysa, henüz sesimin erişemeyeceği uzaklığa varamadıysa bir Galatasaray taraftarı olarak ondan isteyebileceğim coşku sosu bol güzel futbolu, gülen yüzü, ”koca kafasının” rahatlığı, Galatasaray’ı çok sevmesi. Bu kadar! 66 benim için 10’dan daha büyük ve daha değerli. Onu geri istiyorum. Evet numara olarak olmayacak belki ama o ruhu istiyorum. Gel be Arda tekrar oyunlar oynadığımız yere. Takılıyorsun başka başka insanlarla başka yerlerde. Hiç ait gözükmüyorsun inan oralara. Oyunlar bitmedi daha gel. Oyun hamuru misali büründüğün tüm şekillerden, girdiğin kalıplardan çık. Kendi şeklini yeniden bul! Oyunu kurduk 2 taştan kale, bir de top…

Hadi gülen çocuk bir koşu gel! Akşam çökmeden gel!

Kasım 13, 2009 at 2:45 am Yorum bırakın

Kayseri’nin Ardından…

ardatuncay

Geride kalanların özeti yukarıda işte… Biraz umut, biraz Arda, biraz da Tuncay.

Söylenecek çok şey yok aslında. Kötü güne iyi skor desek yeridir.

Bu şekilde oynanacaksa, Bosna maçı pek umut vermiyor bana. Topçu olup olmadığı belli olmayan Kazım’ın sağ kanatta ne işi var? Milli bayramda gişe kesmeyen köprü misali gelene buyur geç diyor beyefendi. Hayır; Gökhan Gönül sövüyor, Gökhan Zan sövüyor… Ama Terim izliyor. Beklere destek olmayan açıklar hem stoperler için hem de kanat adamları için baş ağrısı. Buyurun en temiz örneği bu akşamki maç işte.

Kötü bir Hamit, vasat bir Gökhan Gönül… Kopuk oynayan, Arda’ya ve Tuncay’a bel bağlamış bir milli takım. Allahtan onlar iyiydi de Halil’in oyuna girmesi ve olumlu etkisi ile güzel bir son ’15 yaşadık hep birlikte…

Arda büyüyor büyüdükçe daha bir fenomen oluyor. Harika.

Sercan’ın 3. A milli maçında golünü atması sevindirici.

sercan

Tuncay, Sercan ve Halil’in gayretleri sevindirici.

Arda’nın Milli Takım adına 600. golü atması hayırlı olsun. O’na çok yakıştı.

Hadi beyler… Şimdi Bosna aşkına…

Eylül 5, 2009 at 10:02 pm 6 yorum

Arda Turan ( Nike Özel)

Eylül 3, 2009 at 6:47 pm Yorum bırakın


Mayıs 2024
P S Ç P C C P
 12345
6789101112
13141516171819
20212223242526
2728293031  

İRTİBAT

tamsahablog@gmail.com

Twitter

follow me

sahaya giren

  • 80.442 kişiden birisin!

Yazar Arşivi

Doctor

best

best